Dünya genelinde doğum oranları, birçok faktörle şekillenen karmaşık bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bazı ülkelerde bu oranlar diğerlerine nazaran daha belirgin bir şekilde düşük seyrediyor. Günümüzde, özellikle gelişmiş ülkeler arasında en az doğuran ülke olarak dikkat çeken yerlerden biri, Sözleşme Uluslararası İlişkiler Uygulayıcıları tarafından yapılan araştırmalara göre, bu durumun birçok nedeninin olduğunu ortaya koyuyor. Peki, bu ülkenin neden en az çocuk sahibi olan ülke olduğu ve arka planda hangi sosyo-ekonomik dinamiklerin yer aldığına yakından bakalım.
En düşük doğum oranına sahip ülke olarak tanımlanan bu ülke, nüfusunun büyük bir kısmını yaşlı bireylerin oluşturduğu bir profil sergiliyor. Gelir düzeyi yüksek ve yaşam standartları oldukça iyi olan bu ülke, küçük aile yapısını benimsemiş durumda. Ailelerdeki çocuk sayısının az olmasının birkaç temel nedeni var. İlki, ekonomik faktörlerin etkisi. Gelir düzeyi yüksek olduğu için, aileler çocuk sahibi olmanın getirdiği ekonomik yükümlülükleri göz önünde bulunduruyor. Çocuk yetiştirmenin yüksek maliyetleri, eğitim masrafları ve günlük yaşam giderleri, çiftleri çocuk sahibi olmaktan alıkoyabiliyor.
Ayrıca, kadınların iş gücüne katılımının artması da önemli bir etken. Kadınların kariyerlerine odaklanması, çocuk sahibi olma konusunu ertelemelerine veya tamamen reddetmelerine neden oluyor. Eğitim alanında sağlanan fırsatlar ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konular, kadınların çocuk sahibi olma kararlarını doğrudan etkiliyor. Neticede, birçok kadın kariyer hedeflerinin peşindeyken, çocuk sahibi olmayı tercih etmemek konusunda daha çok cesaret buluyor.
Doğum oranlarının düşüklüğü aynı zamanda sosyo-kültürel faktörlerle de bağlantılı. Geleneksel aile yapısından uzaklaşarak daha bireysel bir yaşam tarzı benimseyen bireyler, toplumun da genel eğilimlerini değiştirmiş durumda. Daha az insanla bir araya gelen, sosyal medyayla bağlantı kuran ve dijital alanlarda sosyal hayatı tercih eden genç nesil, aile ve çocuk sahibi olma konularına daha farklı bir perspektiften bakıyor.
Toplumda çocuk sahibi olmanın geleneksel bir değer yargısı olarak algılanmadığı, bireyselliğin ve kariyer başarısının daha çok ön planda olduğu bir dönemde, bu durumun gelecekte nasıl bir seyir alacağı da merak konusu. Uzmanlar, düşük doğum oranlarını önlemek amacıyla hükümetlerin daha fazla teşvik programları geliştirmesi gerektiğini savunuyor. Çocuk sahibi olmayı cazip hâle getirecek ekonomik desteklerin yanı sıra, aile politikalarının gözden geçirilmesi ve çocuk bakım hizmetlerinin artırılması gerektiği vurgulanıyor.
Dünya genelinde çocuk sahibi olma oranlarının düşmediği coğrafyalarda, toplumların değer yargılarının da önem taşıdığı aşikâr. Sosyo-ekonomik standartların yanı sıra, bireylerin yaşam tarzları ve geleceğe dair beklentileri, doğum oranlarını derinden etkileyen unsurlar. Bu bağlamda, bu ülke örneğinde olduğu gibi, yavaş yavaş büyüme kaydeden yaşlı nüfus oranı, insanları daha fazla düşünmeye itiyor. Ülkedeki karar vericilerin, bu sorunla nasıl başa çıkacakları ve toplumun geleceği üzerindeki etkileri ise merakla takip ediliyor.
Sonuç olarak, dünyanın en az doğuran ülkesi olma unvanına sahip olan bu ülke, sadece doğum oranlarıyla değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik yönleriyle de dikkat çekiyor. Çocuk sahibi olmama nedenlerinin anlaşılması, sadece bu ülkedeki durumu anlamakla kalmayıp, dünya genelinde bu sorunun çözümünü de tartışmaya açmak anlamına geliyor. Bu durumun nedenlerinin incelenmesi, hükümetlere daha etkili politikalar geliştirmek konusunda yardımcı olabilir ve gelecekteki nesillerin sağlıklı aile yapısına kavuşmasını sağlayabilir.